II. Eiffel Seferi
Deligiller Paris’teki son günlerine yaklaşmaktalar, Cuma sabahına günaydın dediler bile. Bugünün önemi büyük, günlerdir takip ettikleri hava durumu bugünü güneşli gösteriyor; bu yüzden de Eiffel turunu bugüne bırakıyorlar. Tüm hazırlıklar tamam; sabah nispeten erken kalkılıyor; bir gün önce keşfettikleri marketten sabah kahvaltısı için sandviç ve portakal suları, su, enerji niyetine muz, çikolata ve hatta kaju, marketin yanındaki pastaneden ise kekler alınıp “ufak” çaplı bir beslenme çantası hazırlanıyor. Ve istikamet metro…
Paris’te kaldığımız sürece metrodan indikten sonra en uzun süre yürüyerek ulaştığımız yer burası olsa gerek. Eiffel’in yakınlarındaki metro istasyonunun kapalı olması sebebiyle metrodan indikten sonra yaklaşık 15 dakika yürüyoruz ağaçlıklı ve Çin malı Eiffel anahtarlıkları satan işportacılarla bezeli yoldan.
Yol boyunca ikimizin de hayali kuyruğun birazcık kısa olması ama vardığımızda hayallarimizin gerçek olmadığını görerek atıyoruz kendimizi kuyruğun sonuna. Ve sadece bilet alabilmek için beklenen 2 saat. Önce kahvaltı ediliyor sandviçlerimiz ve portakal sularımız ile, bir yandan hava durumu kontrol ediliyor, bir yandan koyu bir sohbet var, bir yandan da yüreğimiz ağzımıza geliyor rüzgar sebebiyle sık sık kulenin en üst katını ziyarete kapatıyorlar diye. Heyecan içinde kımıl kımıl bekleyişimiz 2 saatin ardından sona eriyor. Biletlerimizi alıyor ve yaklaşık bir 45 dakika da asansör sırası bekledikten sonra Deligiller II. Eiffel Seferlerinde başarıya ulaşıyorlar.
Önce ilk platform, biraz şaşkınlık ve bolca üşüme ile geziliyor; ardından ikinci platforma varıyoruz, işte Eiffel’in tepesindeyiz. Rüzgardan ve soğuktan tir tir titresek de yüzümüzde gülümseme ile izliyoruz manzarayı, sana dün bir tepeden baktım Aziz Paris dercesine… İki hayalimiz var Eiffel’in tepesinde, biri öpüşmek, diğeri Beşiktaş kaşkolu açmak; çok şükür her ikisini de gerçekleştirip inişe geçiyoruz.
Yüzümüzde deli bir gülümseme ile iniyoruz kuleden ve o anda fark ediyoruz aslında ne kadar da yorulduğumuzu. Kulenin karşısındaki parkta alacağız soluğu. Yol üstünde Küçük Deligil’e kahve de buluyoruz, keyfimize diyecek yok. Parka vardığımızda fark ediyoruz acıktığımızı; beslenme çantamızdaki keklerimiz ve çikolatamız eşlik ediyor bize. Hava güneşli mi güneşli, ilk defa üzerimizdeki montlar fazla geliyor, çıkarıveriyoruz; günler sonra güneş görmenin mutluluğu ile yayıldıkça yayılıyoruz; Büyük Deligil fotoğraf çekmek için tripodu bile kuruyor… Derken öyle bir bulut geliyor ki yayıldığımız yerden toplanana kadar sırılsıklam ediyor bizi ve o deli yağmurla 15 dakikalık metro yolunu yürüyoruz. Bir yandan üstümüzden başımızdan akan sularla baş etmeye çalışırken, bir yandan da “iyi ki biz kuleden indikten sonra yağdı” diyoruz. Minik bir market ziyaretinin ardından evimize yani küçücük otel odamıza ve kuru kıyafetlerimize kavuşuyoruz. Islansak da, koskoca bir günümüzü sadece Eiffel için harcamış olsak da kalbimizde, yüzümüzde ve gözlerimizde büyük bir mutlulukla sarılıyoruz birbirimize ve daha sonra da defalarca kez yineleyeceğimiz sözleri söylüyoruz: iyi ki geldik buraya!
Küçük deligil …..Ne çok şey sığmış biz görüşmeyeli.Daha dün değil miydi yurtdışı maceran.Bana anlattığın simitçi hikayesi.Çok sevindim şeker bir gelin gördüm ben.Mutluluğunuz deli dolu olsun…Daim olsun
Hülyacığım, zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Bazen ben de şaşırıyorum hıza, “dur Gülriz bi dinlen şurada kenarda” diyorum ama mümkün değil ki 🙂 Çok teşekkürler güzel dileklerin için; hep deli dolu olalım, hunisiz günümüz geçmesin 🙂 🙂 🙂