17 Temmuz
Bu blog, Deligillerin blogu ise, başlangıç yazısı da 17 Temmuz gününe ait olmalı. Ancak 17 Temmuz’a da gelmeden önce, o ana kadarki serüven de burada yer almalı…
Kalplerinin deli gibi çarpmasından itibaren bir yıl bile olmadan hayatlarının en güzel “evet”ini haykıran Deligillerin dolu dolu hikayesi:
Küçük Deligil bir sabah kahvaltısında ansızın “ben evleniyorum” deyiverdi, “söze nasıl başlayacağım” düşüncelerini hiç yaşamamışçasına… Benzer bir şekilde büyük Deligil de çıkarmıştı ağzındaki baklayı. Hadi bakalım, yapılacak çok iş vardı; önce Şekerlerle* tanışma faslı. Hikayenin bu kısmında Deligillerin anlatacakları sınırlı; anın heyecanından kaçırmışlar olanları. Akılda kalanlar, küçük Deligilin gülme krizi ve “geçiyordum uğradım, hemen kalkacağım” dercesine salonun orta yerine bıraktığı çantası; büyük Deligilin heyecandan çıkamayan sesi ve hırkasının mütemadiyen oynadığı fermuarı…
Hatırlananlar bunlarla sınırlı olsa da faz 1 tamamlanmıştı. Sıra geldi, Şekerlerin tanıştırılmasına; şükürler olsun her ortama konu olabilen “havalar da dengesizleşti” muhabbetine ve tabi konuşkanlıkta hiçbir problemi olmayan abilerimize… Faz 2 de tamamdır. Sonrasında “kızınızı oğlumuza istiyoruz”, “verdik gitti” muhabbetleri, heyecanın bini bir para… Bu arada geliverdiler Ocak’ın sonuna!
Sonrası tam bir maraton; deli tempoda devam eden iş hayatlarımız ve küçük Deligilin araya sıkıştırdığı oyun provalarının arasında halledilen bir dolu iş. Önce mekan seçimi, yaklaşık 100 ayrı yeri inceleme, bunların yaklaşık 50 tanesi ile mailleşme, bir kısmını ziyaret etme ve en sonunda verilen kararla derin bir nefes alma.
Sırada gelinlik telaşesi var, küçük Deligil üzgün, “bu gelinlik denen şeylerin hepsi kabarık, hepsi cafcaflı” deyip duruyor. Ama buluyor en sonunda gönlüne göre birşey, Deligiller mutlu, küçük Deligil “Truvalı Helen” olacak. Gelinlikçi teyze bu durumdan pek hoşlanmıyor; “ah yavruuuuum, beğenmişsin artık, yapacak birşey yok” diyor ama tam istedikleri gibi de dikiyor.
Nisan’ın 16’sı, Deligiller bu sefer “demir alacaklar”. Utana sıkıla, doğru düzgün denemeden 10 dakika içinde aldıkları yüzüklerini takacaklar parmaklarına, bir ömür boyu çıkartmamacasına. Hazırlıklar, hazırlıklar, hazırlıklar… O günlerin koşturmacasında çok zor olan ama şimdi geriye dönüp baktığında “iyi ki yapmışım” dediği yelkenli kurabiyeleri yapıyor küçük Deligil; büyük Deligil de paketliyor. Heyecan mı? Tabi ki son noktada 🙂 Tüm bu koşturmacaların sonunda, babalarının taktıkları yüzükleri ile demir alıyor Deligiller.
Ve işin en kolayı deyip en zorlarından biri olan evsel koşturmacalar başlıyor. Geleneksel Ikea ziyaretleri; küçücük evlerini işlevsel hale getirmek için attıkları kırk takla; küçük Deligilin her öğlen arasında aldığı bardak, tabak, tencere, tava gibi mutfak aletleri; Modoko’da gördükleri evlerinin salonu büyüklüğündeki kanepeler, başarısızlıkla sonuçlanan geleneksel halı seferleri; ucuza hallettik diye sevindikleri tülleri; eşyaların geldiği gün bomboş salonda ettikleri kahvaltı; küçük Deligilin parça parça taşınan eşyaları ve beraberindeki minik hüznü; dolapların yerleştirilmesi ve en sonunda evlerinin “yuva” oluşu…
Balayı planları da var bu arada. Önce tatil köyleri düşünülüp sonra vazgeçiliyor. Acaba Paris’e mi gidelim derken büyük Deligil iki tane Paris kitabıyla çıkıveriyor küçük Deligilin karşısına, evet evet kesinlikle Paris’e gidilecek deniliyor. Vizesi, oteli, uçağı, gezilecek yerleri derken bir balayı planının bile bu kadar vakit almasına şaşılıyor.
“Bu da tamam, sıradaki” diyor Deligiller ve tam gaz düğün telaşelerine devam ediyorlar. Davetiyelerin tasarımı ve dağıtılması, çıkış ve dans müziği için büyük Deligilin dinlediği binlerce şarkı, masalara konulacak isim kartları, gemici düğümü peçete halkaları, büyük Deligilin smokini, oturma planları derken aylar temmuzu, günler ise 16’sını gösteriyor. Evet, aylardır planladıkları ve uğruna koşturdukları büyük güne saatler kalıyor sadece. Ama koşturmalar bitmiyor, davetli listesindeki son anda oluşan değişiklikler sebebiyle son güne kalıyor oturma planları ve saatlerce uğraşılıp bitiriliyor. Sırada güzel bir uyku var ama heyecan da var, uyumak mümkün değil. Yine de güzel bir uyku çekiliyor. Büyük Deligilin eli ayağı paslı, heyecandan ne yapacağını bilmiyor; neyse ki küçük Deligil sabahın köründe kuaföre gidiyor da heyecanı bastırılıyor biraz. Saatler bir yandan hiç geçmiyor, bir yandan da hızla akıyor. Hazırlıklar tamam, küçük Deligil 32 yıllık evinde, üzerinde gelinliği ve gözünden akmaması için direndiği yaşları ile bekliyor büyük Deligili. Ve geliyorlar, ilk an, ilk bakışma, ikisi de “çok güzel” diyorlar birbirlerine, “rüya gibi”… Çıkıyorlar evden, dönüp bakıyor küçük Deligil bir kez daha ve bu hüzünlü veda da tamamlanıyor. Temmuzun 17’si, hava sıcak mı sıcak, ama çok dua edilmiş o gün yağmur yağmasın diye, yağmıyor işte. Deligillerin fotoğraf serüveni başlıyor Fenerbahçe Parkında, Deligiller heyecanlı, akılları fikirleri “evet”te…
Varıyorlar en sonunda Kanlıca’ya, hazırlıklar tam gaz devam ederken onlar da meraklı gözlerle ortalığa bakıyorlar, ta ki misafirler gelmeye başlayana kadar. Artık ortalıkta olmayalım diyorlar ve geçiyorlar minicik bekleme odasına. Neyse ki dostlar yalniz bırakmıyor Deligilleri; yenen iki lokma birşey, heyecanı bastırır umuduyla yudumlanan içkiler derken geliyor beklenen an. Daha önce defalarca dinledikleri o giriş müziğini duydukları anda tarifsiz duygular içine giriyor Deligiller, heyecan iliklerine kadar hissediliyor, büyük Deligil “ben bir bardak daha su içeyim” diyor ve kenetlenmiş elleri, suratlarına kondurdukları heyecan dolu gülümsemeleri ile adım adım yürüyorlar. İşte karşılarında vapur satıcısından bozma nikah memurları, kırmızı kravatlı şahitleri ve onları izleyen akrabaları, arkadaşları, tüm dostları ile “EVET” diyor deligiller.
Deli gibi eğlendikleri, Beşiktaş marşı ile pastalarını kestikleri, suratlarından gülümsemenin eksik olmadığı bir gece geçiriyor Deligiller ve o gün de bugün de hala bittiğine inanamıyorlar 17 Temmuz’un…
*Şekerler: Anne, babalarımıza verdiğimiz lakap. Öyle tatlılar ki!