Deniz Kızın Güncesi – Cennet Kokusu
Deniz kız bugün birinci yaş gününü kutluyor ama annesi doğum hikayesini daha yeni yazabiliyor. Sebepleri sonraki yazılarda saklı 🙂
Evet Deniz kızın güncesinde en son 22 Ekim’de kalmıştık. Kararımızı vermiştik, artık beklemeyecek ve Çarşamba sabahı kavuşacaktık Deniz’e. Yine de içimiz biraz buruktu. Acaba biraz daha beklese miydik diye düşünsek de hemen verdiğimiz kararı rasyonelleştirip sığındık hayallere. Önce apar topar hastaneye gidip, gerekli ön işlemleri yaptırdık. Arkasından 2 kişilik hayatımızın son öğle yemeğini yedik ve evimize geldik. Nasıl geçtiğini bilemediğimiz bir geceydi. Heyecan, stres, acaba beklese miydik soruları, herşey vardı aklımızda ama bir tek korku yoktu…
Sabahı sabah ettik o gece, heyecandan uyku muyku tutmadı. Erkenden düştük yola, bir bagaj dolusu eşya ile. Evet bir bagaj dolusu eşyamız vardı, standart bir yaz tatili yolculuğundan daha yüklüydü arabamız. Gerçi hala o kadar çok neyimiz vardı bilmiyoruz ama bagajı boşaltma işini layıkıyla yerine getiren kırmızı kravatlı nikah şahitlerimiz abilerimize müteşekkiriz 🙂 Hastane girişinde anneanne ve dede karşıladı bizi, ne de olsa kızları doğum yapacaktı. Niye o kadar stresli olduklarını o anda pek anlamadım ama bugün o kadar iyi anlıyorum ki; benim de bir kızım var artık…
İlk işimiz yatış işlemlerini organize etmek oldu. Ardından geçici odamıza çıktık. Hazırlıklar, hazırlıklar, hazırlıklar… Standart sorular, imzalanması gereken evraklar, iğneler, damar yolları ve NST. Büyük Deligil’le NST’ye bakıp bakıp güldüğümüzü hatırlıyorum. 40 hafta + 6 günlük bir hamilenin hiç mi kasılması olmaz yahu! ilginçtir, normalde NST’ye bağlandığında kordonu eline alıp halay çekmeye başlayan Deniz kızımız o gün çok sessiz. Sahne baskısı geldi herhalde üzerine. Kolay mı, hepimizden daha zor bir işi O başaracak…
Herşey çok mu hızlı ilerledi yoksa bana mı öyle geldi bilmiyorum ama haydi dediler, hazırsanız gidiyoruz. Elimde Büyük Deligil’in elleri, annemin yaşlı gözleri ve babamın dudak ısırmaları eşliğinde indik ameliyathaneye. Deniz kızla yekvücut halinde son kez el salladık geride kalan anneannelere, babaannelere, dedelere, abilere, yengelere…
Bu sırada Büyük Deligil de hazırlanmaya başladı. Evet evet, yanlış duymadınız doğuma Büyük Deligil de girdi. Kendisini bilenler bilir, en ufak bir kan alınmasına, damar yolu açılmasına tahammülü olmayan Büyük Deligil, bunları düşünerek bile bayılabilir. Hatta ve hatta, henüz birkaç ay önce ciddi bir grip geçirdiği için kendisine serum takılan hastanede, yaşamsal fonksiyonlara kısacık bir ara vererek,mavi kod ile hastaneyi ayağa kaldırmışlığı da vardır. Ama baba olmak başka birşey işte. Ben de geleceğim doğuma dedi ve geldi 🙂
Ameliyathanede ilk iş epiduralin takılması. Ağrı, sızı, acı yok da o gerginlikle vücudu tamamen salıp hareketsiz durması çok zor. Neyse ki tiyatrodan antremanlıyım, vücudu salma konusunda çok zorluk çekmiyorum ve takılıveriyor epidural. Birkaç dakika içinde Büyük Deligil ve Deniz kızın fotoğrafçı Esra Teyzesi de yanımdalar. Belden altı uyuşmaya başladı bile ve hadi bakalım başlıyoruz…
Deniz kızın bizimle olan yolculuğunda bizi bir an bile desteksiz bırakmayan, benim her türlü abuk sabuk soru, telefon ve emaillerime sabırla cevap veren güzel doktorumuz Lalehan Hanım, “göbek adını ne koyalım” diye soruyor, “çapulcu” olsun diyoruz 🙂 Büyük Deligille biz saçma sapan, ordan burdan konuşurken Lalehan Hanım’ın “hazır mısınız, geliyor Deniz” demesiyle kendimize geliyoruz ve o ilk ağlamayı duyuyoruz. Ardından Lalehan Hanımın kulaklarımızdan silinmeyecek yorumu: “Gülriz bu sumo güreşçisi gibi birşey” 🙂 Hemen Büyük Deligil, kafayı kaldırıyor perdenin üzerinden ve görüyor Deniz kızı, Büyük Deligil’in yorumu ise Lalehan Hanımdan aşağı kalır değil: “Yavrum, bu hiç yeni doğmuş bebeğe benzemiyor”…
İlk kontrolleri yapılıyor, temizleniyor, tartılıyor ve 4.296 gr olarak aramıza teşrif ediyor Deniz kızımız ve dubleks yanakları. Yanıma getiriyorlar 40 hafta + 6 gün karnımda yaşayan kızımızı ve ilk kez yanağı yanağıma değiyor. Hani süper klişe bir laf vardır ya, “o an dünya duruyor” derler. Gerçekten de o an dünya duruyor, sadece yanağımda Yavru Deligil’in yanağını, elimde Büyük Deligil’in eli var. Dünyada bunlardan başka birşey var mı? Varsa da benim umurumda mı?
Çarçabuk alıyorlar Deniz kızı yanımızdan, arkasından bakakalıyoruz. Kilolu doğduğu için, “şekerine bakalım” diyorlar. İşte benim gibi süper panik anneye bir endişe konusu daha… Deniz kızla birlikte Esra Teyzesi de yollanıyor, sonra Büyük Deligil’i de çıkartıyorlar dışarı. E kimse kalmadı, Lalehan Hanım ve birkaç kişilik ameliyat ekibi ile başbaşayız. Umarım onlar da işlerini çarçabuk bitirirler de ben de çarçabuk kavuşurum Deniz kıza düşüncesindeyim. Daha elini bile tutmamışım, yumuşacık yanakları ve mis kokusu tek hissettiklerim ama aklımdan çıkmıyor bir türlü. Bir an önce tekrar kavuşalım, tekrar yanak yanağa olalım, tekrar duyayım kokusunu istiyorum. Ama uzun sürüyor bu son fasıl, bitmek bilmiyor. İşin kötüsü iyiden iyiye de midem bulanıyor, konuşmalara kesik kesik cevap veriyorum, sürekli kendimi telkindeyim “aman Gülriz, ne olur salma kendini! Hadi diren biraz daha, bak kızına kavuşacaksın” diyorum ama nafile. En sonunda “benim çok midem bulanıyor” diyorum, hemen oksijen veriyorlar, neyse ki birazcık rahatlıyorum. Derken artık herşey bitti, Lalehan Hanım da gitti, beni çıkarmalarını bekliyoruz. İki kişi yatağımı getiriyor, “aaaaa ama ben bacaklarımı hala hiç hissetmiyorum ki nasıl geçeceğim o yatağa?” diye soruyorum cahil cahil 🙂 “Sizin birşey yapmanıza gerek yok, biz sizi alacağız” diyorlar. Bacaklarımın hissetmesi daha uzun sürermiş, neyse bunu da öğrenmiş olduk.
Ameliyathane çıkışında 3 kişiye takılıyor gözüm: Büyük Deligil, Lalehan Hanımın omzuna dayanıp 🙂 gözlerini silen annem ve hala dudaklarını ısıran babam… “İyiyim” diyorum herkese, “Deniz çok güzel” diyorum, “gördünüz mü” diyorum.
Odamıza geliyoruz ve Deniz kız ilk defa kucağıma geliyor. Bu sefer Büyük Deligille ağlaşıyoruz, sulugöz ailesi olarak. Anne kokusu ister diyorlar, ohhh ne güzel aldım kuytuma kızımızı hiç salmıyorum. Çok zor hareket ediyorum, doğrulamıyorum, sağdan sola dönemiyorum. Tek istediğim bir an önce ayağa kalkmama ve su içmeme izin vermeleri. Sanki ayağa kalktığım anda herşey bitecek, rahatlayacak gibiyim. Elime bir pompa veriyorlar, ağrınız oldukça basın diye. Lalehan Hanım geliyor, huyumu bildiğinden uyarıyor beni: “ağrın olursa pompaya bas lütfen, cengaverlik yapma” 🙂 Sanırım 1 ya da 2 kez basıyorum pompaya. Ağrım yok ki ya da ben hissetmiyorum, tek istediğim ayağa kalkmak, daha rahat sarılabilmek kızıma. Bu sayede çarçabuk geçiyor bacaklarımın uyuşukluğu, hissediyorum, hareket ettirebiliyorum. Herşey çok güzel, bir de ayağa kalkmama izin verseler, tüm sıkıntılarım bitecek ama ne desem nafile, 4’den önce izin yok. Dakikaları saya saya saati 4 yapıyoruz. İki hemşire geliyor, “yavaş hareket edin, karşıya bakın” uyarıları eşliğinde doğruluyorum yatakta. O da nesi, başım fıldır fıldır dönüyor. Yok yok diyorum, ani hareket etmişimdir, o yüzdendir diye telkin ediyorum kendimi. Minik bir hamle daha yapıyorum gözlerim kararmaya başlıyor. “Bu da nesi şimdi? Hani ayağa kalkacaktın, o zaman bütün sıkıntılardan kurtulacaktın Gülriz, amma hanım evladı çıktın” deyip son bir hamle daha yapıyorum ve dünya kararıyor. Pes ediyorum, tekrar yatırıyorlar. Moralim bozuk ama çaktırmıyorum, birşey değil Deniz kız da annesini çıtkırıldım olarak tanıyacak 🙁 “Daha sonra tekrar deneriz” diyor hemşireler, “lütfen çok ara vermeyelim, çok yattım ya o yüzden olmuştur” diye şirinlik yapıyorum kendilerine. 6 gibi tekrar deniyoruz. Bingo! Bu sefer koridorda minik bir tur atıyorum doğurup doğurmadığı belli olmayan koca göbeğimle.
Herşey çok güzel, biraz halsizlik, sersemlik ve bir parça da mide bulantısı var ama olacak o kadar. Deniz kız hiç beşiğinde yatmıyor, hep yanımda durmak istiyor. Hemşireler normaldir, anne kokusu ister diyorlar; cennet canıma minnet… Benim yatağıma bir yastık koyduk, hanımefendinin yatağı oldu. Emmek istiyor sık sık ve süt savaşları başlıyor :)) Bu arada hastane koridorlarında namım almış başını yürümüş, her gören siz o tombul bebeğin annesi misiniz diye soruyor. Büyük Deligil facebooka fotoğraf koyacak, bu iyi mi diye bana gösteriyor. Ama sırf yanak bu fotoğraf, daha başka yok mu diyorum; bir yıldır hala tekrar ettiğimiz cevap geliyor: aşkım malzeme bu…
Vakit ilerledikçe Deniz kız ağlamaya başlıyor, hiçbir şey sakinleştirmiyor O’nu… Bilemiyoruz o zaman o ağlamanın aylarca süreceğini, panik halindeyiz. O zaman farkında değilim tabi ama muhtemelen biz panikledikçe, O daha çok ağlıyor. Çocuk da haklı, “nasıl bakacak bu iki deli bana” endişesinde… Hemşireler, “doymuyor, mama verelim” diyorlar; bugün olsa bu öneriye panter gibi atlarım ama o zaman bilemiyorum, olur verelim diyorum, yeter ki ağlamasın… Deniz kız böylece mamayla tanışıyor, neyse ki anne sütünün emzirmekle çoğaldığını ve emzirme kampı diye birşey olduğunu çabuk öğreneceğim ve ilk iki haftanın sonunda mama tamamen çıkacak hayatımızdan…
Akşam oluyor, el ayak çekiliyor; Büyük Deligil, anneanne ve Deniz kızla başbaşa kalıyoruz. Deniz kız hep ağlıyor, mide bulantım çok artıyor, geçecek geçecek derken daha kötü oluyor ve gecenin ilerleyen zamanlarında artık kendimi tutamıyorum. Sürekli nöbetçi doktorlar gelip gidiyorlar, sürekli ilaç verip yarım saate geçmiş olacak diyorlar. Geçmediği gibi daha da artıyor. Deniz kız ağlıyor, ben emzirmeye çalışıyorum, birkaç kez üzerine çıkarmaktan son anda kurtarıyorum kuzuyu. Sabaha karşı artık hiçbir şey hatırlamıyorum; çok ağlamışım, Büyük Deligil öyle diyor. Ben ağlayınca O da ağlamış. Söylemiş miydim? Biz sulugöz ailesiyiz biraz. Gün ağarırken biraz kendime geliyorum. Lalehan Hanım geliyor sabah erkenden; kızıyor bize, “niçin gece beni aramadınız” diye, güzel insan… Bir ilaç veriyor bana ve 12 saat hiçbir şey hatırlamadan uyuyorum. Böylece kızımla ilk 36 saatimizin neredeyse 24 saati ayrı geçiyor ve bu hayatımın en büyük keşkesi olarak içime oturuyor…
Buna da şükür diyoruz yine de, daha kötü şeyler de olabilirdi diyoruz, içine polyanna kaçmışı oynuyoruz Büyük Deligille. Üç gün daha kalıyoruz hastanede. Deniz kız çok ağlıyor; mama bağımlısı oldu iyice, sürekli mama istiyor… En sonunda çıkıyoruz hastaneden, Deniz kız yine çok ağlıyor. Bir biberon daha mama veriyorlar, sakinleşiyor oburiks. Arabadan ana kucağını alıyoruz, biraz evirip çevirdikten sonra yerleştiriyoruz kızı içine. Ana kucağını arabaya bağlamayı çalışmıştık daha önceden ama içine çocuğu yerleştirme kısmını atlamışız. Haklı ama Deniz kız, ben olsam bize bakıp bakıp ben de ağlarım…
Biniyoruz arabaya, 12 yaşında araba kullanmayı öğrenen Büyük Deligil, sanki ilk defa araba kullanıyormuş gibi ürkek, endişeli ve yavaş yavaş ulaştırıyor bizi Deligillerin merkez ofisine. 2,5 kişi çıktığımız yuvamıza 3 kişi olarak geri dönüyoruz ve macera başlıyor…
Çok güzel anlatmışsın, heyecanla okudum 🙂 Dünya’ya hoş geldin Deniz, yıllarca senin isminde bir kızım olmasını istemiştim hep, o nedenle adınla, sağlık ve neşenle yaşa!
Bu arada doğum günün de kutlu olsun 😀 1 sene sonra yazılan doğum hikayesi de bir başka oluyormuş..
Gec olsun guc olmasin, degil mi :)) yalniz Deniz tehlikeli bir isim. Dalgali, firtinali ozelliklere uygun 🙂 ben hep soyluyorum, Sakine koyacaktik bu kizin ismini, bilemedik :))