Deniz Kızın Güncesi- Dokuzuncu Ay ve Fazlası

Dokuzuncu ayımız çok hızlı başladı. Birer gün arayla doğum iznine ayrılmamız, doktor kontrolü, baby shower partisi ve hamile fotoğraf çekimi dokuzuncu ayın ilk dört gününü oluşturdu.

Doludizgin başlayan dokuzuncu ayımızın ilk gününde Deniz kızla birlikte doğum iznine çıktık. Deniz kız uzunca bir müddet (yaklaşık 22 yıl kadar) iş hayatına ara verdi. Bense 13 yıl mütemadiyen çalıştıktan sonra “yaşasın uzunca bir süre evde olacağım, bir sürü boş vaktim olacak, doya doya gezer dolanırım” nidaları eşliğinde bulutların üzerinde geziyordum. Deniz kız doğduktan sonra kazın ayağının hiç de öyle olmadığını acı bir şekilde göreceğimden habersizdim tabi ki…

Dokuzuncu ayın başındaki doktor kontrolümüzde kızımızın yavaş yavaş aşağıya doğru ilerlediğini öğrendik. Bu haber, zaten vaktinden önce doğacağına inandığımız Deniz’in çarçabuk aramıza geleceği düşüncesi yarattı bize. Anneanneler ve babaanneler çabucak yazlıktan dönme planları yaptılar, eksikleri tamamlamak için daha da bir hızlandık. Nereden bilebilirdik ki kızımızın bize nanik yapıp 41. haftaya kadar bekleyeceğimizi… Bu kontrolde kızımızın yaklaşık 2.600 gr olduğunu öğrendik. Endişe küpü anne, “küçücük doğmasa, 3.000 gr bari olsa” diye geçirdi içinden; tabi yine Deniz kızın nanik yapıp 4.296 gr doğacağından habersizdi 🙂

Doktor kontrolünün ertesi günü bizim blogcu kızlarla (Esra, Fadime, Hünerli Müge, Yemekbahane Müge, Münevver Abla, Neslihan, PınarSelen ve Yasemin) buluşmamız vardı. Bu ayki buluşmanın temasını baby shower olarak çoktan belirlemiştik. Haftalar öncesinden planlamalarına başlayıp süslemelerini,  bannerlarını, peçete halkalarını, yiyecek etiketlerini, Deniz kızın hediyelerini, anı defterini, kurabiyelerini, cupcakelerini tek tek hazırladım. Kızımın tüm parti malzemelerinin amatör de olsa benim elimden çıkmasını nedense çok istemiştim. Neyse ki koca göbeğim ve ben bu işi elimize yüzümüze bulaştırmadan halletmiş olduk. Eksiklerimize rağmen benim çok keyif aldığım bir gün oldu. Günün en duygusal anı ise, Yasomun gelememesine rağmen Deniz kızla benim için yaptığı o muhteşem pastayı -ki tadı hala ailecek damağımızdadır- göndermesiydi. Shower yapmadık da demeyiz artık

Shower’ın ertesi günü ise çok sevgili arkadaşım Ebru –Mavist Foto-, fotoğraf çekimi için bizi Fenerbahçe Parkı’na davet etti ve kare kare birbirinden muhteşem fotoğraflarımızı çekti. Düğün fotoğraflarımıza da evsahipliği yapan Fenerbahçe Parkı böylece Üç Deligilin muhteşem fotoğraflarına da fon oldu. Geriye dönüp baktıkça iyi ki o sıcak Eylül gününde o güzel fotoğraflar çekilmiş diyorum.

İlk dört günü böyle dolu dizgin geçen dokuzuncu ay bol dinlenmeli ve de bol bekleyişli bir ay oldu bize. İlk başlarda 2 haftada bir olan, daha sonra haftada bire düşen doktor kontrollerimiz her seferinde “kızımız çok kısa zamanda geliyor” müjdesini almak ümidi ile geçti. Ama kızımızın gelmeye hiç niyeti yoktu, izne çıkıp dinlenen annesinin karnında keyif çatıyor,bir yandan da büyümeye devam ediyordu ve kıpır kıpır kıpırdanması hiç eksik olmuyordu 🙂 Hele doktor kontrollerinde, NST cihazına bağlandığı zaman bir deliriyordu ki evlere şenlik. Kanımızca kordonu eline alıp “haydeee oturmaya mı geldik, eller havaya!” nidaları eşliğinde halay çekiyordu bizim deli kızımız. Hele bir ultrason görüntüsünde yüzünde bir dolu parmakla çıktı karşımıza. Haydaaa bu da ne ki diye düşünürken doktorumuz parmaklardan 5 tanesinin bir elininin, 5 tanesinin diğer elinin ve son 5 tanesinin de ayaklarının olduğunu açıkladı! Evet bizim şaşkın kızımız iki eliyle ayağını tutmuş ağzına sokuyordu. Benim sık sık hissettiğim o sert tekmeler de sanırım ayağını ellerinin arasından kaçırması sonucunda karnıma yediğim darbelerdi. Deniz kızın keyfi böylesine yerindeydi işte, gelmeye pek de niyeti yoktu ama olsun sabırla bekliyorduk kendisini.

Kızımızın keyfinin pek yerinde olmasına rağmen, hala her an gelebileceği umudu ile tüm cumartesi ve pazarları “bu sondur belki de” diyerek sokaklarda, kahvaltılarda geçirdik 🙂 Hala kendimizle çok dalga geçiyoruz, “belki bu sondur” diye diye en az 10-15 kahvaltı yapmıştık bir ayda 🙂 Bu kahvaltılardaki en büyük sorunumuz ise kahvaltı saatini tutturamayışımızdı. Malum koca göbeğim sebebi ile artık sabahları uyumak epey zorlaşmış, gün benim için bazen 6larda bazen 5lerde bazense 3lerde başlıyordu. Dolayısı ile en geç 8 civarında kendimizi kahvaltı için atıyorduk sokaklara. İki kere Palma D’oro‘dan bir kere de Bistro 33‘den popomuza baka baka geri dönmüşlüğümüz bile vardır 🙂

Bu ipi salınmış deli danalar gibi gezmelerimizin en keyiflisi şüphesiz Heybeliada’ya gidişimizdi. Daha önceleri “ya kızımız orada gelmeye kalkışırsa” endişesi ile gitmekten korkarken, baktık ki kızın geleceği falan yok atıverdik kendimizi Ada motoruna 🙂 Neden Heybeliada? Çünkü Büyük Deligil bundan tam 27 sene önce bir yazı Heybeliada’da geçirmiş ve o günleri çocukluğunun en güzel günleri olarak hatırlıyor. Bakın Büyük Deligil, o günü Deniz için tuttuğumuz günlükte nasıl anlatmış:

…Heybeliada’ya; babanın, annenle ve dolayısıyla seninle olduğu zamandan önce en mutlu zamanlarını geçirdiği adaya gitmeye karar verdik hiç de zorlanmadan.

Evet güzel kızım, baban küçük bir çocukken (8 yaşında) yazı, Heybeli’de, bahçe katı bir evde, bir yandan sokak çocuğu bir yandan da denizde minik balık olarak geçirdi. Bisiklet kullanmayı orada öğrendi, kazalar yaptı, arkadaşlarıyla koştu, oynadı, güldü, yüzdü ve daha neler neler. Harikulade bir yazdı…

Adaya adım atar atmaz, 27 yıl önce kaldığımız eve doğru yürümeye başladık. Pek de zorlanmadan bulduk. Ama apartmanı görür görmez hem soluğum, hem ayaklarım yerden kesildi. “DENİZ Apartmanı” yazıyordu kapının üzerinde. Hayatımın, bu en unutulmaz dönemi, senin isminle kutsanmış demek. Ta o zamanlardan kavuşmuşuz, bulmuşuz birbirimizi. Her gün dalgalar arasında, seninle de kucaklaşıyormuşum. Bizim güzel kızımız, Deniz’imiz, o zamandan fısıldamaya başlamış kutlu ismini kulağıma, benliğime…

Biraz büyüdüğünde hep birlikte, tekrar gideceğiz oraya Deniz’im. Mutluluktan çıldırdığım mahallemde, yaşama sebeplerimle kucak kucağa olacağım. Babanın, sana doğru olan yolculuğundaki küçük adımlarını, bisikletinin arka tekerleğine basmak suretiyle deldiği ayakkabısıyla, nerelerde attığını göstereceğim. Beni ben yapan, büyük iz bırakan dönemlerin başında gelir güzel Deniz’im. Bu deli heyecanımın sebebi bu. Kalbim, aynı şu andaki gibi atıyordu…

Annene balık da yedirdik Deniz. İkiniz de çok ama çok keyiflendiniz. Ölçüsüz bir coşku, mutluluk, tüm hücrelerimizi doldurdu. Hiç bitmesin dediğimiz günlerden bir tanesi daha yaşandı. Ve sen güzel kızım, bu güzel günün her saniyesinde bizimleydin. Kah seninle konuştuk, kah elini tuttuk, okşadık. Sen de hiç arkası kesilmeyen tekme ve yumruklarınla bize katıldın 🙂

Günler günleri kovalıyor ama Yavru Deligil bir türlü gelmiyordu. Büyük Deligil’in içine 3 Ekim olarak doğuyordu, Küçük Deligil’inse 8 veya 18 Ekim. Ama Deniz kızımız, her üç tarihi de es geçti. 22 Ekim olan due date yaklaştıkça ve Yavru Deligil hızla büyümeye devam ettikçe Deligillerin hanesinde endişeli bekleyişler başladı ve kızımız 22 Ekim’de de gelmeyip, daha birkaç gün daha gelmeye hiiiç niyeti yok gibi görününce, 23 Ekim’de Deniz kızımızı sezeryan ile aramıza katmaya karar verdik. 20 Ekim tarihinde hamilelik günlüğüme yazdığım son yazıda Deniz kıza şöyle seslenmiştim:

Güzel yavrum, Deniz kızım,

Sana en son yazdığımda, “belki bayramdan önce gelirsin” demiştim. Ne bayramdan önce, ne de bayramda gelmedin güzelliğim. Umarım keyfin ve rahatın yerindedir.

Doktor teyzenin ilk haftalarda söylediği son tarih, 22 Ekim’di. Yani Salı günü artık süremiz doluyor. Her ne kadar, doktor teyze 29 Ekim’e kadar bekleyebileceğimizi söylese de, baban da ben de seni tehlikeye düşürecek birşey olur mu diye çok endişeleniyoruz. O yüzden sanırım beklemeyeceğiz güzel kızım. Eğer salı gününe kadar normal doğumla gelmezsen yanımıza, çarşamba günü sana miniminnacık yardımcı olup sezeryan ile alacağız seni kucağımıza. Her halükarda, bu hafta seninle taçlanacak yuvamız. Açıkçası bu kararı vermek çok zordu güzel kızım. Baban da ben de sezeryan ihtimalini hiç düşünmemiştik. Kendimizi o kadar hazırlamıştık ki normal doğuma olacağına. Sezeryan kelimesini ilk ağzıma aldığımda nasıl içim acıdı, bir bilsen. Ama alıştım hemencecik. Önemli olan sağlıklı sıhhatli bir şekilde sana kavuşmamız, seni kucağımıza alıp eve getirmemiz, yuvamızı seninle şenlendirmemiz… İnan ki, şu anda tek düşündüğümüz bu, güzel kızım.

Bu hafta içinde seni, karnımda bu evden çıkarıp getireceğim yuvamıza. Düşündükçe deli gibi oluyorum. Bir yandan haftalardır aramıza gelmeni düşünürken, bir yandan da o günün gelmesi çok uzak geliyordu bize. Şu anda o uzak gün, yakınlaştı. Şaşkınız be kızım, hem de çok şaşkınız. Sana birşey itiraf edeyim mi! Bir yandan da çok hüzünlüyüm be güzel kızım. Aylardır içimde büyüdün, kıpır kıpır kıpırdadın, hep karnımı sevdik, sana dokunduk. Şimdi bu sevgiyi ayrı vücutlarda yaşatma zamanı geldi. Seni kucağıma aldığım anda bu düşünceye çok güleceğim, biliyorum ama yine de içimden çıkacak olman deli gibi hüzünlendiriyor beni. İki gündür tek vücut olmamızın tadını çıkartmaya çalışıyorum doya doya.

Bekliyoruz seni güzel kızım. Hem de hayatımız boyunca yaşadığımız heyecanların hepsinden öte bir heyecanla…

Böyle geçti Deniz kızın anne karnındaki dokuzuncu ayı ve bitmek bilmez 14 günü. Deniz Kızın doğum hikayesi ile bu günceyi bitireceğiz. Sonrasında Deligiller hanesinin bebek bakımı ve kolikle imtihanı yer alacak yazılarımızda…

  • Evimiz süslendi
  • Anne elinden yelkin kurabiyeler
  • Hediyelikler
  • Ebru Teyzenin objektifinden cupcakeler ve biz
  • Adada salıncak keyfi
  • Büyük Deligil'in küçük bir çocukken yaşadığı Deniz Apartmanı
  • Hükümet gibi kadın!

 

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Deligiller © 2014 Kaynak gösterilmeden paylaşılamaz.