Deniz Kızın Güncesi- İlk 3 Ay
Biz iki kafadar, ellerimizin birleştiği günden itibaren kendimizde bir bozukluk olduğunu fark edip (aferin bize!), Deligiller dedik kendimize. Biz kimiz kısmında da görüldüğü üzere kırmızı makarna süzgecimiz ve kırmızı hunimiz en vazgeçilmez aksesuarlarımız oldu, dünya alem gördü makarna süzgecimizle hunimizi. Ama dünya alemin görmediği bir mini boy kırmızı hunimiz daha vardı bizim, daha ellerimizin birleştiği gün adını Deniz koyduğumuz Yavru Deligil’i bekleyen…
Hep iki kafadar Deligil olsak da biz, attığımız her adımda üçlü Deligil çetesini düşündük. Küçük Deligil, 32. yaş gününde Beşiktaşlı bir tulum hediye etti Büyük Deligil’e. Büyük Deligil, evlendikten sonraki ilk doğum gününde üzerinde Deniz yazan bir body, battaniye ve havlu ile çıktı Küçük Deligil’in karşısına. Balayı için gittiğimiz Paris’ten Yavru Deligil için bir t-shirt almayı unutmadık tabi. Ama en delisi, en komiği, hayranı olduğumuz Ferhan Şensoy’a, ikimizin de ilk okuduğu Ferhan Şensoy kitabı olan “İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You”yu Deniz için imzalatışımız oldu; hala hatırladıkça kulaklarımız kızarıyor ama olsun 🙂 Uzun lafın kısası, Yavru Deligil yanımızda olmasa da hep hayatımızda, hep hayallerimizdeydi. Sadece kendisi için en uygun zamanda gelmeliydi (plan program insanı Deligiller!)
Yavru Deligil, plan program tutkunu annesiyle babasını hiç üzmeden “ben geliyorum” dedi, bir cumartesi sabahı test çubuğunun üzerinde beliren çift çizgiyle. Deligillerin ayakları titredi, mutluluktan Alaadin dansı bile yaptılar evdeki babaanne, dede ve büyük teyzeye çaktırmadan. Zar zor iki lokma kahvaltı yapıp attılar kendilerini hastaneye, önce kan testi, sonra doktor kontrolü… Evet, tüm sonuçlar bize “Deniz geliyor” diyordu. Şimdi bu haberi kocaman ailemize vermenin zamanıydı. Babaanne ve dede zaten kış münasebeti ile Deligillerin merkez ofisinde kalıyorlardı, binbir entrika ile anneanne ve diğer dede de çağrıldı. Haberi verme görevi Büyük Deligil’e düştü. Her zaman söyleyeceği sözü uzun uzadıya, süsleye süsleye söylemeyi beceren Büyük Deligil nedense bu sefer, her zamanki performansını sergileyemedi, pat diye söyleyiverdi bir misafirimizin geleceğini. Tabi bu durum şekerlerde azıcık şaşkınlık yaratsa da, şaşkınlık kısa zamanda kendisini sevinç sözcüklerine bıraktı. Dayı ve amcaya da haber verilince tam oldu. Artık kocaman ailemizin de haberi vardı Deniz’in geleceğinden, henüz isminin Deniz olduğunu bilmeden…
O günlerde Susam koyduk Deniz’in adını. Küçücük, siyah bir noktacık olarak karşımızdaydı ultrason görüntüsünde; bir susam tanesi kadardı ancak. Varlığını öğrendikten 2 hafta sonraya, 2 Mart’a gün verdi doktorumuz. Susam tanesinin kalp atışlarını duyacaktık…
Tabi o güne kadar pek rahat durduğumuz söylenemez. Yavru Deligil’in varlığını öğrendikten 4 gün sonra sahneye çıktık. Oyun başlamadan, perde arasında ve oyun sonunda kusarak (!) da olsa tamamladık oyunu. Evet, itiraf etmeliyim ki çok zor oldu ama selamlamada, elimi karnımın üzerine koyup Deniz’le birlikte selam verdiğimde herşeyi unutmuştum bile. Yarın öbür gün okul gösterisidir, tiyatrodur, bir şekilde sahneye çıkacağı zaman “ben çok korkuyorum” derse Deniz kız, lafımız hazır: “Evladım sen küçücük bir susam tanesiyken çıktın sahnelere, şimdi mi korkacaksın?”… Bu yorgunluğun üzerine ertesi gün hayranı olduğumuz Ferhan Şensoy’un yeni oyunu olan Masal Müfettişi’nin prömiyerine götürdük Deniz kızı. Annesinin karnında 5 haftalık hali ile oyunun en küçük izleyicisi oldu, kimse bilmeden 🙂
Mide bulantılarının tavan yaptığı, en keyif aldığım yemeği bile lavaboda noktalamayı becerebildiğim, yediğim herşeyi çıkartabildiğim için çok aç olduğum bir günde Büyük Deligil’in yaptığı kaşarlı bir tostun tadını bugün bile unutamadığım, beyaz leblebi ve nane şekeri ile bütünleşmiş günleri yaşadık uzunca bir süre. Ama Deligiller enteresan insanlardır. Herkeste morning sickness olarak kendisini gösteren bulantılar, Küçük Deligil’de evening sickness olarak vuku buldu. Sabahları bomba gibi kalkıp akşam iş çıkış saatlerine doğru tavan yapan mide bulantıları, “amma ters bir insanım yahu” dedirtti Küçük Deligil’e. İlk zamanlar başa çıkması zor olsa da, zamanla alışıldı bulantılara, minik minik öğünlerle hem kendisini hem de Susam’ı besleyebildi Küçük Deligil. Bulantıların yanı sıra minik bir hediyesi daha vardı hamileliğin Küçük Deligil’e: uyku. Hem de nasıl bir uyku, ruhum bedenimden çıkmışçasına, döne döne, uzun uzadıya 🙂 Normal şartlarda tavşan uykusu şeklinde olan uykumun, “top patlasa duymam abi” şekline dönüşmesi; uykumdaki saçma sapan konuşmalarım; kırk yılda bir olan, o da en fazla yarım saat süren öğlen uykularımın süresinin 3-4 saate uzaması; akşamları en fazla 9’a kadar dayanıp daha sonra kendimi uykunun şefkatli kollarına atmam Büyük Deligil tarafından müthiş dalga konusu olsa da, yaklaşık 4 ay böyle geçti 🙂 Üçümüz birbirimize alışmaya çalıştık; Büyük Deligil, Küçük ve Yavru Deligillerin rahat etmesi için çırpındı durdu.
Biraz bulantı, biraz uyku, bolca evham ve endişe derken, 2 Mart geldi çattı. Ultrasonda gördüğümüz o siyah nokta, biraz daha büyümüş. Susam tanesinden, pirinç taneliğine terfi etmişti bizim Denizimiz. Hala anlayamadığımız, aklımızın alamadığı, o pirinç tanesi büyüklüğünde bir varlığının kalp atışlarının olması… Nasıl da enteresan bir duyguydu, nasıl da şaşkınlıktan ağzımız açık kaldık. Yüzümüz gülerek, kulağımızda Yavru Deligil’in kalp atışları çınlaya çınlaya çıktık doktorun yanından.
Bir sonraki doktor kontrolümüz 25 Martta, Küçük Deligil’in doğum günündeydi. Daha 20 gün önce bir pirinç tanesi büyüklüğünde olan Yavru Deligil, büyümüş, kocaman olmuş olarak karşıladı annesiyle babasını. Artık elleri, kolları, başı, gövdesi, bacakları, ayakları ile kocaman bir bebek olmuştu Deniz. Kıpır kıpır kıpırdanıyor, bir dakika durduğu yerde durmuyordu. Bir ara elini kaldırdı, acaba bize el mi salladı?
Günler zor geçmeye başlamıştı; bulantılar, kusmalar, uyku hali. Bir de üstüne üstlük, Küçük Deligil o günlerde her zamankinden de yoğun çalışıyordu. Sadece akşamları geç çıkmakla kalmıyor, bir de cumartesileri çalışıyordu. Bulantılar, uyku hali, iş temposu derken pili iyice bitmişti. Büyük Deligil, hemen imdadına yetişti ve çok güzel bir doğum günü hediyesi verdi Küçük Deligil’e. Hafta sonu 2 günlüğüne Sapanca’ya kaçırdı bizi. Cennette gibiydik; bol bol yürüyüş yaptık, bol kahkahalı bir gün geçirdik, salıncaklara yapıştık, her anımızda, her saniyemizde bir dahaki seneye Deniz’le gelişimizi hayal edip durduk. Tabi erkenden tumba yatak durumumuz burada da devam etti. Biz yattıktan sonra, Büyük Deligil, Deniz için tuttuğumuz deftere şunları yazmıştı:
“Biz neredeyiz biliyor musun Deniz’im? Sapanca’da, cennetten bir köşeyi anımsatan bir oteldeyiz. Güzel annen, seni okşaya okşaya, bol bol yürüyüş yaptı; neşeyle keyifle dost bir gün geçirdi. Bu, seninle annene doğum günü hediyemiz. Ve o kadar sevdik ki burayı, geleneksel doğum günü hediyesi olmasına karar verdik. Yaşadın Deniz! Çünkü burası tam sana göre. Çok ama çok seveceksin. Ve bil bakalım, ne yaptık tüm gün? Evet! Seni burada hayal ettik. Koşturduk, uyuttuk, top oynadık, yüzdürdük… Sensiz bir anımız geçmiyor be Deniz!
Deniz, anneciğinin karnı nasıl da büyüdü, biliyor musun? Çok hızlı büyümeye başladın! Her gün şaşkınlıkla dışarıdan seni okşuyoruz, izliyoruz.”
Evet o zamanlar karnımın kocaman olduğunu düşünüyorduk, sonraki aylarda bu düşüncemizle çok ama çok dalga geçtik. Zira o günkü fotoğraflara baktığımızda, ortada karın marın görmek mümkün değil 🙂
Deligiller, Yavru Deligilli 3 ayı böyle geçirdiler. Bundan sonrası ayrı telaşlara, ayrı mutluluklara gebe…