Karlovy Vary’ye Niyet Zlicin’e kısmet!
Karlovy Vary…Almanya sınırına yakın, Çek Cumhuriyeti’nin kaplıca ve doğasının yanında bizim için de Atatürk’ün bir dönem kalmasıyla ünlü olan kent bugünkü hedefimizde. Bunun için Florenc’deki otobüs terminaline gidiyoruz. Nasıl gidelim diye düşünmemize hiç gerek kalmıyor, Google Maps, otelimize en yakın tramvay durağından, kaç numaralı tramvaya binmemiz gerektiğine kadar söylüyor. Durağımızda inince bir süre ne tarafa gideceğimizi çözemiyoruz. Bir sağa bir sola, tam köyden indim şehre modeli sallanıp dururken otobüs terminali olması gereken bir kalabalık görememek bizi yanıltıyor. Deligilleri yanıltan, DNA’larındaki Harem otogar çığırtkanları beklentisi! Şehirlerarası otobüs terminali, kış aylarındaki Heybeliada kadar sessiz ve sakin olursa, biz de yanılırız elbette, Prag’da olsak da olmasak da…
İsmini çok komik bulduğumuz Student Agency şirketinin otobüslerinin Karlovy Vary’ye gittiğini biliyor ve hemen ilgili bankolarda sıraya giriyoruz. Yine DNA’mızdaki Harem başlıklı kısım, görevlinin İngilizce bilmeyeceğini haykırırken, dakikada 3 kelime hızla derdimizi anlatmaya çalışıyoruz ama korktuğumuz başımıza geliyor: Son sürat bir Çekçe tirat başlarken biz de adeta 90’a giden şutu çaresizce seyrediyoruz. Araya girmeye olanak yok, öyle bir çene var adamda. Büyük deligilin Paris’teki İngilizce cümlelerine aldığı Frenkçe ve Frenkçemtrak İngilizce cevaplar aklına geldiği için suratını hafiften ateş basmaya başlarken tanıdık birkaç kelime yakalamaya başlıyor deligiller! Hayır hayır, ağdalı Çek aksanlı bir İngilizcemsi olduğu belli olan bir bant kayıdı adeta bizim karşımızdaki: Görevli, gidiş 1 küsür saat sonraki otobüste yer olduğunu ancak dönüş için hiçbir seferde yer olmadığını tekrar tekrar söylüyormuş meğerse. Bülbüller gibi İngilizce konuştuğunu zanneden görevliye büyük deligil içinden sövdükten sonra sıradan çıkıyoruz.
Ufak bir kriz toplantısında deligiller meclisi hızla kararı açıklıyor: Bilet yok açıklamasını şiddetle kınıyor ve kabul etmiyoruz. Ayrıca internette okuduğumuz hiçbir kaynakta, önceden bilet alın diye bir uyarı bulunmadığı gibi konuştuğu lisanı bile bir şeye benzemeyen adamın, bu işten anlamadığı sabit. Derhal yeni bir bankoya gidilip, en baştan derdimiz anlatılsın ve de biletler alınsın! Taptaze bir enerji ve tüm sevimliliğimizle Karlovy Vary’ye günübirlik gidiş-dönüş bileti istediğimizi söylüyoruz ve Çek tokatı suratımızda beş parmağını bırakıyor: Boş yer yok!
Deligillerin bu sabahki ikinci kriz toplantısı daha tatsız. Öyle ya, planlarımızın bozulmasına alışık değiliz. Günü tekrar planlamalı ve Karlovy Vary seyahatini de tatilimizin kalan günlerine yedirmeliyiz.
İlk olarak otelimizin de olduğu şehir merkezine inip o civarlarda bol yürüyüş yapıp görmediğimiz yerleri keşfetmeyi düşünüyoruz ama çabuk vazgeçiyoruz bu fikirden. Hedefi, merkez tren istasyonu olarak belirliyoruz. Karlovy Vary’ye bile günde sonsuz sayıda sefer varken bilet bulamıyorsak çok istediğimiz trenle günübirlik Dresden seyahatine de bilet bulamayabiliriz. Ertesi gün için biletlerimizi önceden satın almamız gerektiğine artık eminiz! Oradan da şehrin bir hayli dışında olan Zlicin’deki bir alışveriş merkezindeki bebek mağazasına metroyla gitmeyi kararlaştırdık. Yavru deligil Deniz ‘e bebek arabası olarak Bugaboo Bee almaya karar verip, Prag seyahati öncesi Türkiye’deki fiyatlara göre çok daha uygun olduğunu bildiğimiz için Prag’dan bir tane almayı aklımıza koymuştuk. Birkaç mağazayla iletişim kurup, bizim geldiğimiz tarihte stoklarına tekrar girebileceğini öğrenmiştik. Bulamasak dahi nasıl olsa yavru deligil için alacak birşeyler buluruz 🙂
Metroyla kolayca tren istasyonuna gittik ve bu sefer korkuyla bilet istediğimizi değil, ertesi gün için yer olup olmadığını sorduk. Bu sefer geri çevrilmiyoruz ve Dresden planımızın korunmasının huzurunu yaşıyoruz. Şimdi istikamet: Zličín
Bitmeyecek gibi gelen metro yolculuğunda adeta sonsuz sayıda durağı geride bırakıyor ve son durakta iniyoruz. Hayret, şehrin göbeğine kuracaklarına, dev alışveriş merkezlerini çayır çimenin ortasına, metro ve otobanın yanına kurmuşlar! İlk girdiğimiz AVM’de aradığımız mağazanın orada olmadığını ve hemen yakınlarındaki diğer AVM’de olduğunu hızlıca keşfedip başlıyoruz yürümeye. Başlıyoruz başlamasına ama sanki koşu bandında yürüyoruz, biz gittikçe o geri kaçıyor . Boş arazi, mesafe ölçümlememizi yanıltıyor. Şehirdışına çıktığımıza ve tarlaların ortasından geçen otoban ağının kenarında yürüdüğümüze inanamayan ve biraz da utanan küçük deligil, ısrarlı fotoğraf çekimlerimde yüzünü saklamayı tercih ediyor. Öyle ya, AVM’lerden hiç haz etmeyen biz, Prag merkezindekileri bitirip bu sefer de şehir dışındakilere yollanıyoruz! Herşey Deniz için!
Tam bu sırada İstanbul’dan bir telefon bizi şok ediyor: Prag merkezinde şiddetli bir patlama olmuş ve biz iyi miymişiz. Çılgın bir iş temposu olan küçük deligilin abisi, bu haberi öğrendiğine göre patlama sıradan birşey olamaz ve dünya bu haberle çalkalanıyor olmalı…Hızlı bir telefon turuyla ailemize iyi olduğumuzu ve büyük bir tesadüf eseri şehir merkezinden çok uzaklarda olduğumuzu söylüyoruz. İnternetteki küçük bir araştırmayla öğreniyoruz ki patlama, yürüyüşle keşfetmek istediğimiz bölgede olmuş. Koskocaman bir bina yıkılmış ve enkaz altında kalan birçok kişinin kalmış…Tadımız kaçıyor ama yavru deligil Deniz’in şansına kurtuluyoruz.
Bebek arabası arayışımız da otobüs terminalindeki maceramızdan farklı sonuçlanmıyor. Ellerinde hiç Bugaboo Bee yok ve ne zaman geleceğini de bilmiyorlar. Bunu ise sadece “no Bugaboo” diyerek anlatabiliyorlar. Ancak almak istediğimiz anakucağı ise Türkiye’deki fiyatının neredeyse yarısı ve bunca yolu gelmişken elimiz boş çıkmayalım istiyoruz ve kendinden 2 kat büyük bir kutuya koydukları anakucağı ve Deniz’e aldığımız ilk oyuncağıyla mağazadan çıkıyoruz. Starbucks’da biraz soluklanıp öğle yemeğimizi yerken metroya kadar bu kutuyla yürümenin bizi bile aşan bir delilik olduğuna karar veriyoruz. O da ne; bir otobüs geçiyor AVM’nin önünden. Metrodan buraya kadar bu uzun yürüyüşü tek başımıza yapmamız bizi şüphelendirmişti zaten! Meğerse metro-AVM arasında ring seferler düzenleniyormuş 🙂 Herkesin bakışlarını üzerine çeken devasa kolisiyle deligiller, mutlulukla otellerine dönüyorlar.
Otele gelince, patlamanın, nehrin hemen diğer tarafında, biraz ileride olduğunu gördük. Charles köprüsü ve etrafın hala turist dolu olması biraz endişeleri dağıttı ve dinlenmeye çekildik.
Akşam yemeği için çok önceden planladığımız gibi kuruluşu 1893 olan Cafe Savoy ‘da karar kılıyoruz. Yine otelimize yürüme mesafesinde. Üstelik, Kampa adasının güneyindeki bu kafeye gitmek için Kampa Park’ta güzel bir yürüş bizi bekliyor olacak.Ancak öncesinde ünlü, 22 numaralı tramvayla Prag turu yapmaya karar veriyoruz.Durakta en az yarım saat ve yaklaşık 20 tramvay geçirmemize rağmen 22 numaralı tramvay gelmiyor. Siren sesleri kesilmiyor ve son sürat polis arabaları, ambulanslar geçmeye başlayınca patlamanın, kentte beklediğimizden de büyük etkiye yol açtığını anlıyor ve pes ediyoruz. İstikamet, Cafe Savoy!
Nehir kenarında, yeşillikler içersinde yaptığımız bu yürüyüş çok iyi geliyor deligillere ama cafeye vardıklarında etrafın polis kaynadığını, nehrin diğer tarafına geçişlerin kapatıldığını, TV naklen yayın araçlarının da o civarlarda olduğunu görmemiz moralimizi bir miktar bozuyor. Büyük deligil, kızları için endileşense de kasveti dağıtmak için yüzüne kocaman bir gülümseme konduruyor. Doğalgaz patlaması diye basında yer alan bu patlamanın terör saldırısı olabileceği endişelerinden beslenen kara bulutlarımız, güzel bir yemek, harika bir ortamla dağılırken, sağnak yağmuru alt etmeye gücümüz yetmiyor.
Deligillerle dalga geçercesine 22 numaralı tramvay geçiyor biz yemeğimizi yerken. Meğerse bu tramvay, patlamanın olduğu, polisin kapattığı köprüden geçiyormuş ve doğal olarak da seferler aksamış.Şehir normale dönüyor, kapalı olan yollar da açılıyor.
Her geçen 22 numaralı travmay adeta bize kıs kıs gülüyor. “Yine 22 geçiyor” diye birbirlerini dürtüyor Deligiller. Olsun…Deligiller el ele, diğer elleri yavru deligilde…Sen hala sırıtıp buralarda turlamaya devam et 22 numara, bizim ertesi gün Dresden seyahati ve tren yolculuğumuz var. N”aber!