Uykuya bile yeterince vakit ayıramadığımız ve sonsuz maratonumuzda da düşüremeyeceğimiz tempomuza rağmen, “O kadar fotoğraf ve video çekiyoruz; YouTube’a da yüklesek mi?” dedik. Geçici bir heves mi yoksa maratonu, triatlona çevirme çabası mıdır bilemiyoruz ama kanalımıza hoşgeldiniz 🤪
Daha Deniz dünyaya gelmemişti bile, bu yazıyı tıkırdatmaya başladığımda. Bu gariban yazı da kaderinin ne olacağını senelerce beklemiş; internet otobanına girişi, bugüne kısmetmiş. 2.Dünya Savaşı’nın sonunda intikam amacıyla acımasızca bombalanan, Elbe’nin Floransa’sı Dresden, geliyoruz!..Floransa olmak Dresden’e mi kalmış diye ön yargılıydık aslında. Sadece Prag’dan trenle günübirlik gidilebilmesi, yeni bir kent,[…]
İstikametimiz Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi. Bu sezon her gelişimizde İstanbul’un sonsuz gri günleri, üstelik de en ıslağı, eşlik ediyor. Oyun sonrası Taksim’de gezebilmek, yine ihtimal dışı. Gerçi gezmekten anladığımız, uçsuz bucaksız beton meydanında volta atmak değil. Bir gözü toprakta olan İstiklal Caddesi hiç değil…Deniz’i , nispeten bakir kaldığına inandığım Tünel ve Galata taraflarına götürmek istesek de başka bir zamana artık.
Biletlerin satışa çıktığı ilk dakikaları, klavye başında beklediğim için yerimiz harika! Önümüze sehpa ve birer pet şişe su koysalar, yakışır. Deniz’e cam şişe, Gülriz’e plastik şişe, bana da en kötüsünden plastik bardak içinde musluk suyu…Tam bir protokol!
Define Adası, 7 yaş ve büyüklere uygun, 2 perde, toplam 90 dakikalık bir oyun. Daha önce de bu tarz, bir üst ligin oyunlarını izledik. Ufak sıkılma anları yaşasa da genel olarak çok keyif alıyor Deniz. Tiyatroya gitme ritüeli bile başlı başına büyük bir eğlence. Muhtaç olduğu kudret, DNA’sında olduğundan, müthiş bir ciddiyet gösteriyor. Oyunun başlamasına kalan süreden bağımsız, salona girer girmez telefon polisliğine soyunuyor. Hatta oyunun ikinci perdesinde, uzun diyalogların olduğu sahnelerde mırıltılar, uğultuya dönüşünce, Deniz kız ejderhaya döndü ve zümrüt gözlerinden alevler püskürterek salonu yaktı, yıktı…O bebeksi suratı ve kuralların çiğnenmesinden ötürü telaşlı üzüntüsü, hafızamda “unutulmayacaklar” rafında yerini aldı.
Tiyatro Kolu Başkanları
Telefon polisi
Gelelim oyuna…Uğultuların bence 4 sebebi var:
Yaşı küçük çocukların fazlalığı
Bazı oyunculardaki enerji düşüklüğü
Seslerini etkili kullanamamaları
Çocuk oyunu için biraz uzun sayılabilecek diyaloglar
Kalabalık bir oyuncu grubu var ve oyun açılışı, Define Adası şarkısı ve dansıyla yapılıyor. Bu sahnede, oyuncular arası enerji farklılığı çok net ortada. Buradaki kopukluk, oyun sırasında da sahneye giriş çıkışlarda kendisini ufak da olsa belli etti. Yine de oyunu ve ekibi gömmemeyelim:
Dekor, yine muhteşem. Kostümler, inanılmaz. Teknik ise jilet gibi. Bu uzunluktaki oyunu ve senaryoyu kaldırabilecek çocuğunuz varsa mutlaka götürün. Hatta, bazı özel çocuk tiyatrosu adı altında, sanat düşmanı, başta kendisine ve seyircilerine en ufak saygısı olmayan, amatör mü amatör, pahalı mı pahalı oyunları(!) daha tecrübe etmediyseniz sadece 5TL’lik biletleriyle Şehir Tiyatrolarını deneyin.
Zürih’teki ilk günümüzü Bernina Express’e ayırdık. Aslında ilk planımız, Gezenchi arkadaşımız Fatoş sayesinde aklımıza düşen Glacier Express’ti ama araştırınca Bernina’nın 3 yaşında bir çocukla, bizim için daha uygun olduğuna karar verdik. Aslında İsviçre’de Bernina ve Glacier dışında da pek çok manzara treni var. Başlıcaları şunlar: Chocolate Train: Möntro ile Brog’daki[…]
Aylar yıllar sonra, Deligiller’e ilk yazının heyecanı sardı dört yanımı… Blog performansım konusunda kendime 10 üzerinden 0 vererek başlıyorum yıllar sonrasının ilk yazısına. Hedefim, 2017 sonunda notumu en azından 6-7’lere çıkartabilmek… Aklımda yazacak, tarihe not düşeyim dediğim o kadar çok şey var ki… Deniz kız doğduğundan beri, tiyatro ve mutfağa[…]
Biliyoruz, epey ara verdik. Arada bir döner gibi yapıp yine dönemedik. Zaman ayırama, aradan sonra ilk yazıyı yazamama gibi sebeplerin yanında blogun görüntüsü ve teknik altyapısının çok içimize sinmemesi de bizi yazmaktan alıkoydu. İlk iş, altyapıyı ve görünümü düzelttik; eh ilk yazı da geldi. O halde vira bismillah Deligiller…
Doğum hikayesinden beri söylüyoruz ya, Deniz çok ağlayan bir bebekti. O günlerde hiç bitmeyecek dediğimiz bu ağlamalar, ilk yıldan sonra epey azaldı, şimdilerdeyse neredeyse hiç kalmadı. Deniz doğmadan önce hep, mutlu anne babaların mutlu çocukları olur diye düşünürdüm ve Deniz sürekli ağlayan, hiç gülmeyen bir bebek olduğunda hep bunu sorguladım.[…]
Deniz kız neredeyse 16 aylık oldu, tembel anasıyla babası doğum hikayesinin üzerine tek satır yazamadı. Zaten doğum hikayesi de doğumdan 1 sene sonrasına ancak yetişebilmişti 🙂 🙂 🙂 Umarım bundan sonra yazılar daha sık gelir. Hadi bakalım Deniz’li günler serisini yazmaya başlayalım artık… 26 Ekim 2013… 2,5 kişi çıktığımız evimize[…]
Deniz kız bugün birinci yaş gününü kutluyor ama annesi doğum hikayesini daha yeni yazabiliyor. Sebepleri sonraki yazılarda saklı 🙂 Evet Deniz kızın güncesinde en son 22 Ekim’de kalmıştık. Kararımızı vermiştik, artık beklemeyecek ve Çarşamba sabahı kavuşacaktık Deniz’e. Yine de içimiz biraz buruktu. Acaba biraz daha beklese miydik diye düşünsek de[…]
Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun Acıyorsam sana anam avradım olsun Elbette Türkiye’de de en uzun koşuysa devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu İlk o fırladı lüverden en sekmez mermisiynen En hızlısıydı hepimizin, ilk o göğüsledi ipi… Acıyorsam sana anam avradım olsun, Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun..CAN YÜCEL